ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
1. | The Effect of Intranasal Immunization with Streptococcus Pilus Protein on Nasopharyngeal pIgR and IgA Expression in Rats Diana Chusna Mufida, Kusworini Handono doi: 10.25002/tji.2018.742 Pages 87 - 94 Giriş: İnfeksiyonlara yol açan Streptococcus pneumoniae (S. pneumoniae) iki yaşın altındaki bebeklerde, yaşlı ve immün yetmezliği olan hastalarda yüksek morbidite ve ölüm oranlarına neden olur. Bu hastalık, aşılama ile önlenebilir, ancak, pili proteini aşısı, 2 yaşın altındaki çocuklarda daha az koruma sağlar ve sadece aşıdaki serotiplere karşı koruma sağlar. Bu neden ile, tam bir koruma sağlayabilecek yeni bir aşıya gerek bulunmaktadır. Anlamlı belirteçler olan pIGR ve sIgA salgılanmasını sağlayarak mukozadaki bağışıklığı oluşturabilecek proteinlere gereksinim vardır.Gereç ve Yöntemler: Pililer, bakterinin pilusunu kesen metod kullanılarak elde edildi ve sıçanların burnundan bağışıklama için kullanıldı. TGF-ß1, IL-17A ve sIgA, ELISA metodu ile, pIgR ise, immünohistokimya ile ölçüldü. Bulgular: Bu çalışma, 54kDA’luk pili proteini yapılan aşılama ve protein ile birlikte verilen adjuvanın TGF-ß1 ifadesini istatistiksel olarak anlamlı düzeyde (p<0.05) artırdığını gösterdi. Bununla birlikte, IL-17A ifadesi sadece antijen ile birlikte adjuvan verilen sıçanlarda yükseldi (p<0.05). Buna ek olarak, antijen ve antijen ile birlikte verilen adjuvan, pIgR ifadesini istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yükseltti (p<0.05). Burun yıkama suyundaki sIgA düzeyi ise pili proteini ile birlikte adjuvan verilen sıçanlarda artmış olarak saptandı (p<0.05). Sonuç: Bu çalışma, S. pneumoniae’nin pili proteini yapılan aşılamanın, mukoza bağışıklığı için önemli bir unsur olan pIgR ve sIgA düzeylerini artırdığını gösterdi. Bulgularımız bu proteinin, S. pneumoniae infeksiyonunu önlemek için kullanılabileceği yönündedir. Introduction: Streptococcus pneumoniae (S. pneumoniae) causes pneumococcal disease, which has high mortality and morbidity in children under two years of age, the elderly and immunocompromised individuals. This disease can be prevented by immunization, but the current vaccine, pili protein vaccine (PPV), is less likely to protect children under the age of two and only protects against the serotypes contained in the vaccine. Hence, a new vaccine is needed to enable full protection. The use of bacterial pili proteins may offer an alternative new vaccine. Therefore, the determination of the ability of such proteins to stimulate mucosal immunity with indicator expression of pIgR and s-IgA is required. Materials and Methods: Pili were isolated using the pili bacterial cutter method, and used for nasal vaccination to the rats. TGF-ß1, IL-17A, and s-IgA were measured by ELISA while pIgR was examined by immunohistochemistry. Results: This study demonstrated that intranasal immunization with antigen (54 kDa pili protein) and antigen plus adjuvant significantly increased (p<0.05) the expression of TGF-ß1. However, the expression of IL-17A increased significantly (p<0.05) only in rats immunized with antigen plus adjuvant. Further analysis demonstrated that intranasal immunization with antigen and antigen plus adjuvant significantly increased (p<0.05) expression of pIgR. Expression of sIgA in nasal lavage significantly increased (p<0.05) in those rats which had been immunized with pili protein plus adjuvant. Conclusion: This study showed that the immünization with S. pneumoniae pili protein increased expression of pIgR and sIgA which are important mucosal immunity components. Therefore, this protein has potency to be developed as nasal vaccination to prevent S. pneumoniae infection. |
2. | Soybean Extract Suppresses B Cell Activation Through TLR3/TLR4 in High Fat-High Fructose Diet Mice Mochammad Fitri ATHO’İLLAH, Yunita Diyah SAFİTRİ, Farida Dewi NUR’AİN, Sri WİDYARTİ, Tsuboi HİDEO, Muhaimin RİFA’İ doi: 10.25002/tji.2018.866 Pages 95 - 103 Giriş: Yüksek oranda yağ ve fruktoz ile beslenme ile B hücreleri ve Toll benzeri reseptörler (TLR) arasındaki ilişki tam olarak anlaşılamamıştır. Soya fasülyesinden elde edilen izoflavonlar, biyolojik olan ve olmayan maddeler kullanılarak glyseolin üretiminde kullanılabilir. Gliseolin, sağlığa olan olumlıu etkileri nedeni ile, son yıllarda özel bir ilgi alanı olmuştur. Bu çalışmada, soya fasülyesi özütünün B hücreleri üzerine olan, yüksek yağ ve fruktoz diyeti ile beslenen farelerde etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Yirmisekiz dişi Balb/c fare, normal beslenen, soya fasülyesi özütü alan, 104 mg/kg soya fasülyesi özütünün yanı sıra 2.8 mg/kg simvastatin uygulanan, sırası ile günde 78 mg/kg, 104 mg/kg ve 130 mg/kg olmak üzere en az 4 hafta soya fasülyesi özütü verilen gruplara ayrıldı. Yirmidördüncü haftada, denekler öldürülerek dalakları elde edildi. B hücrelerinin B220+TLR3+, B220+TLR4+, B220+NF?B- ve B220+NF?B+ alt grupları akan hücre ölçer ile saptandı. Pyrx 0.8 ile moleküler modelleme yapıldı ve bu modelleme PyMol ile görüntülendi. Bulgular: Soya fasülyesi ekstresi, yüksek oranda yağ ve fruktoz ile beslenen farelerdeki B220+TLR3+, B220+TLR4+, B220+NF?B+ ifadelerini azaltır iken B220+NF?B- ifadesini yükseltti (p<0.05). Gliseolinin NF?B’nin bağlanma enerjisi -7 kcl/mol ile en düşük düzeyde bulundu. Sonuçlar: Soya fasülyesi özütü, farelerde, yüksek oranda yağ ve fruktoz ile tetiklenen yangıyı TLR3/TLR4 aktivasyonunu düzenleyerek azaltır. Özüt, gelecekte, yüksek yağ ve fruktozun yarattığı kronik yangıyı tedavi etmede kullanılabilecek bir ajan olarak ümit vaadetmektedir. Introduction: The relationship between B cells and Toll-like Receptors (TLRs) under high fat-high fructose diet (HFFD) is still poorly understood. Isoflavone content from soybean can be modified by using biotic and abiotic elicitors to synthesize glyceollin. Glyceollin has gained much interest in recent past year due to its beneficial effects on health. The study aimed to examine the ameliorative effect of elicited soybean extract (ESE) on B cells profile in HFFD mice. Material and Methods: Twenty-eight female Balb/C mice were divided into normal diet (ND), ND + ESE 104 mg/kg, HFFD, HFFD + Simvastatin 2.8 mg/kg, ESE 78 mg/kg, 104 mg/kg, and 130 mg/kg, respectively. Mice were fed with HFFD for 24 weeks and ESE was administered orally per day at last 4 weeks. At week 24, the animals were sacrificed and the spleen was collected. B cells were labeled as B220+TLR3+, B220+TLR4+, B220+NF?B-, and B220+NF?B+ and the B cells expression were measured by flow cytometry. Molecular modeling was performed by Pyrx 0.8 and visualized in PyMol. Results: The ESE treatment significantly decreased B220+TLR3+, B220+TLR4+, and B220+NF?B+ expression and restored B220+NF?B- expression in HFFD mice (p<0.05). Glyceollin I exerted the lowest binding affinity with estimated energy was -7.0 kcal/mol at NF?B. Conclusions: ESE administration ameliorates HFFD-induced inflammation by modulating TLR3/TLR4 activation and prevents NF?B expression of B cells in HFFD mice. ESE exerts as a promising agent in the future and provides a better understanding mechanism to treat chronic inflammation caused by HFFD. |
3. | Local Sympathetic System Dysfunction in Patients with Acute Allergic Rhinitis; an Electrophysiological study of Local Sympathetic Skin Responses Test Eylem Değirmenci, Selma Tekin, Funda Tümkaya, Çağdaş Erdoğan, Fazıl Necdet Ardıç, Cüneyt Orhan Kara, Bülent Topuz doi: 10.25002/tji.2018.867 Pages 104 - 107 Giriş: Bu çalışmada akut allerjik rinitli hastalarda, nazal septumun lokal sempatik deri yanıtlarına bakarak, sempatik sinir sistemi fonksiyonunun araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya tıbbi öykü, yapılan otolaringolojik muayene ve deri prick testi sonucunda pozitif allerji değerlendirmesi olan 85 hasta ile 50 sağlıklı kontrol alındı. Sempatik deri yanıtları hem hasta hem de kontrol gruplarından nazal septumdan kayıtla bakılmış olup, gruplar arası sempatik deri yanıtları latans ve amplitüdleri karşılaştırılmıştır. Bulgular: Sempatik deri yanıtları latansının ortalama değerleri, hasta grupta kontrol gruba göre anlamlı şekilde uzun saptanmıştır (p<0,001). Ayrıca sempatik deri yanıtları amplitüdlerinin ortalama değerleri hasta grupta, kontrol gruba göre anlamlı derecede düşük saptanmıştır. (p<0,001). Sonuç: Çalışmamız, lokal sempatik sinir sistemi disfonksiyonunun objektif kanıtını gösteren lokal sempatik sinir fonksiyonlarını elektrofizyolojik olarak değerlendiren ilk çalışmadır. Lokal sempatik sinir sistemi disfonksiyonunun bu yolla değerlendirilmesi, hastanın tedavi seçiminde etkili olacaktır. Introduction: In this study, we aimed to investigate sympathetic nervous system functions by local sympathetic skin responses of the nasal septum in patients with acute allergic rhinitis. Material and Methods: Eighty-five patients who were diagnosed as acute allergic rhinitis according to medical history and otorhinolaryngological examination with positive allergy evaluations via skin prick testing and 50 healthy subjects were included to the study. Sympathetic skin responses of the nasal septum were recorded in patients and in the control groups, and sympathetic skin response latencies and amplitudes were compared between groups. Results: The mean value of sympathetic skin response latencies was significantly longer in the patient group than that of the control group (p<0.001). In addition, mean value of sympathetic skin response amplitudes was significantly lower in the patient group than the control group (p<0.001). Conclusion: Our study is the first which electrophysiologically evaluated the local sympathetic nervous functions that shows objective evidence of local sympathetic nervous system dysfunction. This way to access local sympathetic nervous system dysfunction would be helpful in deciding patients’ treatment. |
ORIGINAL RESEARCH | |
4. | Multi-Epitope Cluster Ep85B within the Mycobacterial Protein Ag85B Elicits Cell-Mediated and Humoral Responses in Mice S.M. Touhidul Islam, Shabnam Zaman, Kawsar Khan, Muhammed Ikhtear Uddin, Sajib Chakraborty, Naoshin Sharmin Nishat, Nabilah Ibnat, Mohammad Murshid Alam, Taufiqur Rahman Bhuiyan, Firdausi Qadri, Zeba I. Seraj doi: 10.25002/tji.2018.868 Pages 108 - 117 Giriş: Epitopa göre hazırlanmış aşılar, özellikle tüberküloz basili gibi karmaşık infeksiyon ajanlarına karşı geleneksel aşılardan farklıdır. Daha önce, mikobakterinin Ag85B proteini içinde yer alan 28 amino asitli lineer bir peptid olan çoklu epitop grubu Ep58B’nin, insan tam kan hücrelerinin kültüründe, in vitro olarak CD4+ ve hafıza T hücre grubu olan CD4+CD45RO+ hücrelerini oluşturduğunu göstermiştik. Bu çalışmada, Balb/c fareleri, cilt altından uygulanan Ep85B ile bağışıklandı. Gereç ve Yöntemler: BALB/c farelere Ep85B ile cilt altından bağışıklama yapıldı. Hücresel immün yanıtı incelemek için, bağışıklanmış farelerin dalakları Ep85B varlığında kültüre alındı ve Th1/th2 spesifik sitokin yanıtları sitokin boncuk yöntemi ile analiz edildi. Sıvısal bağışıklığı ölçmek için, bağışıklanmış farelerden alınan serumda Ep85B-ye özgün IgG, IgG, IgM ve IgA seviyeleri ELISA yöntemi ile ölçüldü. Bulgular: Sitokin-boncuğu ölçümleri, Ep85B ile bağışıklanan farelerde IFN-?, IL-2 ve TNF-? düzeylerinin, bağışıklanmamış fareler ile karşılaştırıldığında, karışık bir Th1/Th2 uyarımına işaret edecek ölçüde yükseldiğini gösterdi. Ayrıca, Ep85B ile bağışıklanmış farelerde IgG ve IgM düzeylerinin yükseldiği izlendi. Sonuç: Mikobakterilerin Ag85B proteini içinde yer alan ve bilgisayar modelleme ile belirlenen Ep85B epitopu, farelerde hem hücresel hem de sıvısal bağışıklığı arttırır. Introduction: Epitope-based vaccines present a rational alternative to conventional concepts of vaccine design, particularly for combating complex infectious agents such as tuberculosis (TB). We have previously identified the multi-epitope cluster Ep85B, a linear 28 amino acid peptide within the mycobacterial Ag85B protein, which is capable of eliciting CD4+ and memory CD4+CD45RO+ T-cell populations in vitro in human whole blood cells. In this report, we investigated the suitability of Ep85B for animal immunizations, and endeavored to demonstrate whether this epitope harbors the potential to induce both cell-mediated and humoral immune responses in vivo. Materials and Methods: For immunization, BALB/c mice were injected subcutaneously with Ep85B. To test cellular immunity, splenocytes from the immunized mice were cultured in the presence of Ep85B and Th1/Th2 specific cytokine responses were analyzed by cytokine bead array. To test humoral immunity, Ep85B-specific IgG, IgM and IgA responses in serum collected from the immunized mice were determined by ELISA. Results: Cytokine bead array displayed a significant increase of IFN-?, IL-2 and TNF-? in the culture supernatant of splenocytes from the mice immunized with Ep85B compared to the naïve mice indicating the activation of a mixed Th1/Th2 cells. There was an increase of IgG and IgM antibody levels in the serum of mice immunized with Ep85B confirming the ability of the epitope to elicit humoral responses. Conclusion: In silico predicted Ep85B epitope of mycobacterial Ag85B protein can elicit both cellular and humoral responses in mice. |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
5. | The Importance of HLA-DRB1 Alleles in Patients with Lupus Nephritis Atma Gunawan, Kusworini Handono, Handono Kalim, Hani Susianti, Mudjiwijono Handaru Eko, Gatot S. Lawrence, Dian Hasanah, Etik Mertianti, Didi Candrasikusuma doi: 10.25002/tji.2018.889 Pages 118 - 122 Giriş: Amacımız, Endonezyada yaşayan lupus eritematosus olup nefrit saptanan hastalardaki HLA-DRB1 allellerinin hastalığa olan eğilim, hastalığın ciddiyeti, etkinliği ve kronikliği üzerine etkisini incelemektir. Gereçler ve Yöntemler: Toplam 55 lupus nefriti olan hasta ile 52 sağlıklı gönüllü HLA-DRB1 allelerinin araştırılması amacı ile irdelendi. Lupus nefriti olan hastalar ile sağlıklı kişilerin HLA-DRB1 allel frekansları, polimeraz zincir tepkimesi yöntemi ve ardından elektroforez kullanılarak saptandı. Lupus nefritli olgular ile sağlıklı bireyler arasındaki, ılımlı, ciddi nefritli hastlar ile düşük ve yüksek kroniklik düzeyi olan olgular arasındaki HLA-DRB1allel frekansları arasındaki farklar Ki-kare testi kullanılarak incelendi. P değerinin 0.05’den düşük olması istatistiksel anlamlılık olarak kabul edildi. Bulgular: HLA-DRB1*1501 alleli lupus nefriti olan hastalarda sorumlu allel olarak saptandı (Risk Oranı=3.18; p=0.01). Aynı allel, aynı zamanda yüksek aktivite birimi ile de ilişkili olarak saptandı (Risk Oranı=7.4; p=0.006). HLAB1*1501 alleli, her ne kadar istatistiksel olarak anlamlı düzeyde olmasa da yüksek kroniklik düzeyi ile ilişkili olarak saptandı (Risk Oranı:3.2; p=0.07). Ayrıca HLA-DRB1*1401 allelinin ise, ağır lupus nefritinden koruyucu olduğu saptandı (Risk Oranı=9.4; p=0.029). Sonuç: HLA-DRB1*1501, lupus eritematosuslu hastalarda saptanan nefritin etkinliği ve kronikliği ile ilişkilidir. HLADRB1* 0401 ise, ciddi lupus nefritine karşıu koruyucudur. Introduction: Our aim was to re-evaluate the roles of HLA-DRB1 alleles on susceptibility, severity, activity and chronicity index of lupus erythematosus nephritis in Indonesia. Materials and Methods: A total of 55 lupus nephritis patients and 52 healthy subjects as control were analyzed. HLA-DRB1 alleles examination was performed using polymerase chain reaction (PCR) followed by electrophoresis. Differences in HLA-DRB1 allele frequencies between lupus nephritis group and healthy group, between mild and severe lupus nephritis, and between high and low activity and chronicity index were analysed using Chi-square test, presented as odds ratio (OR). Results were considered significant at P value less than 0.05. Results: HLA-DRB1*1501 was a susceptible allele for lupus nephritis group (OR=3.18; p=0.010). HLA-DRB1*1501 was also a susceptible allele for high activity index (OR=7.4; p=0.006). Although not statistically significant, HLADRB1* 1501 was a susceptible allele for high chronicity index (OR=3.2; p=0.07). We found HLA-DRB1*0401 was a protective allele against severe class of lupus nephritis (OR=9.4; p=0.029). Conclusion: HLA-DRB1*1501 was a susceptible allele for lupus erythematosus nephritis with high activity and chronicity index. HLA-DRB1*0401 was a protective allele against severe class of lupus nephritis. |
6. | The Effect of Viral Infections and Allergic Inflammation in Asthmatic Patients on Immunotherapy Luljieta Ahmetaj, Bakir Mehic, Refet Gojak, Arber Neziri doi: 10.25002/tji.2018.965 Pages 123 - 130 Giriş: Allerjik astımın görülme oranının artmasına karşılık, allerji tedavisindeki risk faktörleri ve immünoterapinin klinik sonuçları tam olarak bilinmemektedir. Özellikle viral infeksiyonların allerjik inflamasyondaki etkileri rolü açıklanmamıştır. Bu çalışmada, immünoterapi veya sadece anti-astım ilaçları alan ve grip benzeri semptomları olan hastalarda bir yıl boyunca IL-3, IL-11 ve IgE seviyelerindeki değişimler irdelenmiştir. Gereç ve Yöntemler: Allerjik astımı olan 60 hasta iki ayrı tedavi grubuna ayrılarak prospektif ve karşılaştırmalı olarak irdelendi. İmmünoterapi grubundaki her hastaya subkutan olarak özgün immünoterapi verildi. Hastalar çalışmaya alındıktan sonra serum IL-3, IL-11 ve IgE düzeyleri ile influenza benzeri semptomları kaydedildi. Bulgular: Grip semptomları kontrol grubundaki hastalarda immünoterapi grubundaki olgulara göre daha fazla oranda saptandı. Ortanca IL-3, IL-11 seviyeleri, immünoterapi alan hastalarda kontrol grubundaki olgular ile karşılaştırıldığında daha yüksek idi. IgE seviyeleri ise, immünoterapi alan olgularda sadece 2. üç aylık dönemde kontrol grubuna göre daha yüksek olarak saptandı. Sonuç: Grip benzeri semptomları olan hastalarda IL-3, IL-11 seviyeleri ile nötrofil ve eozinofil sayıları anlamlı olarak değişmemektedir. Introduction: The prevalence of allergic asthma are increasing, and the clinical outcome and risk factors of immunotherapy in the treatment of allergy have not been well established. Especially, the impact of viral infection on cytokines in allergic inflammation has yet to be established. This study aimed to determine serum IL-3, IL-11 and IgE levels and blood eosinophil and neutrophil counts during a one-year follow up in patients with allergic asthma on immunotherapy and those on anti-asthmatic drugs only, in the presence of influenza-like illness. Materials and Methods: Sixty patients with allergic asthma were included in the prospective and comparative clinical study with randomization into two treatment groups. Each patient in the immunotherapy group was treated with subcutaneous specific immunotherapy. After patient recruitment, the serum IL-3, IL-11 and IgE levels and blood eosinophil and neutrophil counts and the frequency of influenza-like symptoms were recorded during a one-year follow up. Results: A large percentage of patients in the control group had flu symptoms compared to those in the immunotherapy group. The median serum IL-3 and the IL-11 levels were significantly higher in the immunotherapy group of patients compared to the control group. The median serum IgE level was significantly higher in the immunotherapy group of patients compared to the control group during second quarter of follow-up. Conclusion: The presence of influenza-like symptoms during allergen specific immunotherapy did not significantly change IL-3, IL-11 levels, neutrophil and eosinophil counts. |
7. | The Effect of Tinzaparin Treatement on BAX and CCNB1 Gene Expression in an Oral Squamous Cell Carcinoma Nude Mice Model Feyza Tuncer, Yeliz Ekici, Betül Akça doi: 10.25002/tji.2018.977 Pages 131 - 135 Giriş: Bu çalışma, oral yassı hücreli karsinom (OYHK) çıplak fare modelinde tinzaparin tedavisinin proapoptotik BAX ve hücre döngüsü G2/M faz regülatörü CCNB1 gen anlatım düzeyleri üzerindeki etkisini tespit etmeyi amaçlamıştır. Gereçler ve Yöntemler: Üç gruptan oluşan [tinzaparin tedavisi alan (n=4), pozitif kontrol (n=4), negatif kontrol (n=3)] 4–6 haftalık toplam 11 çıplak farede ortotopik OYHK fare modeli geliştirilmiştir. İnsan dil kanser hücre hattı OSC-19 bu in vivo modelin oluşturulmasında kullanılmıştır. Fareler 21 gün sonra sakrifiye edilerek, tümörler BAX ve CCNB1 gen anlatımları açısından kantitatif eş-zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (kRT-PZR) kullanılarak kantifiye edilmiştir. Gen anlatım düzeyleri Livak metodu ile ACTB housekeeping geni kullanılarak hesaplanmış ve kontrol örneklerine göre normalize edilmiştir. İstatistiksel anlamlılık non-parametrik Mann-Whitney U test ile hesaplanmış ve p değerinin 0.05’den küçük olması anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Pozitif kontrol ile tinzaparin gruplarından ikişer fare tümör geliştirmemiştir. Geri kalan tümörlerde kontrol grubuna kıyasla azalmış BAX ve CCNB1 gen anlatımı düşük istatistiksel anlamla tespit edilmiştir. Sonuçlar: Bu ön bulgular, apoptozun etkilenmediği, düzeni bozulmuş hücre döngü kontrolünü işaret etmektedir. Daha çok fare ile yapılacak çalışmalar tinzaparin tedavisinin OYHK fare modelindeki anlamlı etkisinin belirlenmesine yardımcı olacaktır. Introduction: This study aims to evaluate the effect of tinzaparin treatment on the expression of proapoptotic BAX and cell cycle G2/M phase regulator CCNB1 genes in an oral squamous cell carcinoma (OSCC) nude mice model. Materials and Methods: Total of 11 nude mice at 4–6 weeks of age, composed of three groups [tinzaparin treated (n=4), positive control (n=4), negative control (n=3)], were used to create an orthotopic OSCC mice model. Human tongue cancer cell line OSC-19 was utilized to create this in vivo model. After 21 days, the mice were sacrificed and tumors were quantified for BAX and CCNB1 expression utilizing quantitative real-time polimerase chain reaction (qRT-PCR). Livak method normalized for control samples revealed fold-changes utilizing ACTB housekeeping gene. Statistical significance was tested by non-parametric Mann-Whitney U test, where P<0.05 was considered significant. Results: Two mice in positive control and tinzaparin groups did not develop tumors. Available tumors showed decreased BAX and CCNB1 expressions with low statistical significance, when compared to the control group. Conclusion: These preliminary results indicate a deregulated cell cycle control without an effect on apoptosis. More mice should be included to significantly state the effect of tinzaparin treatment in OSCC mice model. |
DERLEME | |
8. | Patient-Oriented Application of New Monoclonal Antibodies for Severe Asthma Ender Çoşkunpınar, Çağla Tarım, Ceyda Hayretdağ Örs, İlkim Dinçol, Noor Muhammed Makhdomi, Mohamed Niang, Pınar Yıldız doi: 10.25002/tji.2018.858 Pages 136 - 140 Astım, birçok genetik ve çevresel faktörden dolayı ortaya çıkan kronik bir akciğer hastalığıdır. Astım için Küresel Girişim (GINA) kılavuzunda belirtildiği gibi, BASAMAK-4’te verilen tedaviye rağmen kontrol edilemeyen durumlarda; allerjik astım hastalarında anti-immunglobulin E (anti-IgE) (omalizumab), ciddi eosinofilik astım hastalarında ise anti-interlökin-5 (mepolizumab ve reslizumab) veya anti-interlökin 5 reseptör (benralizumab)’ün tedaviye eklenmesi önerilmektedir. İnsan monoklonal antikoru olan omalizumab, immünoglobulin E’nin (IgE) dolaşan yüksek affiniteli IgE reseptörüne bağlanmasının immünolojik etkilerini inhibe eder. Mepolizumab, eozinofillerin gelişimi için gerekli olan bir sitokin olan interlökin-5’e (IL-5) bağlanarak etki eder ve eozinofil seviyelerini azaltır. Bu iki ilacın etki mekanizması benzer olsa da, hastanın hava yolu inflamasyonunun büyüklüğü, hastalığın ciddiyeti ve hastalar arasındaki fenotipik farklılıklar tedavi seçiminde önemli olabilir. GINA kılavuzunda omalizumabın ?6 yaş orta-ağır astımlı olguların tedavisine BASAMAK-5’te eklenmesi önerilmekle birlikte, ülkemizde aynı fenotipten hastada 12 yaş üzeri kullanımı onaylanmıştır. Hem klinik deneyler hem de dünya deneyimlerinden toplanmış veriler, orta-şiddetli allerjik astımın tedavisi için omalizumabın etkinliğini ve güvenilirliğini desteklemektedir. Nonallerjik astımda ve diğer araştırma amaçları için kullanımlarına dair klinik veri halen kısıtlıdır. Asthma is a chronic lung disease that occurs due to many genetic and environmental factors. In the Global Initiative for Asthma (GINA) guideline, anti-immunoglobulin E (anti-IgE) (omalizumab) for patients with allergic asthma, anti-interleukin-5 (mepolizumab and reslizumab) or anti-interleukin 5 receptor (benralizumab) for patients with severe eosinophilic asthma are recommended as add-on treatment if the patients remain uncontrolled on STEP-4 treatment. Omalizumab, a humanized monoclonal antibody, inhibits the immunologic effects of immunoglobulin E (IgE) that binds to circulating high affinity IgE receptor. Mepolizumab acts by binding to interleukin-5 (IL-5), a cytokine required for the development of eosinophils, and reduces eosinophil levels. Although the mechanisms of action are similar, the magnitude of the patient’s airway inflammation, the severity of the disease, and the phenotypic differences of the patients may be important for the treatment decisions. Even though in GINA, omalizumab is recommended as add-on treatment in STEP-5 for ?6 years of age moderate to severe allergic asthma, in our country it was approved for the same phenotypic patients who were over 12 years of age. Both clinical trials and real world experience data support efficacy and safety of omalizumab for the treatment of moderate-to-severe allergic asthma. Evidence for clinical use in non allergic asthma as well as other investigational uses are already limited. |