ISSN 1301-109X | e-ISSN 2147-8325
TURKISH JOURNAL of IMMUNOLOGY - Turk J Immunol: 3 (1)
Volume: 3  Issue: 1 - 2015
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.Do Low Serum 25-Hydroxyvitamin D Levels Affect Progression of Prediabetes to Type 2 Diabetes?
Alev Kural, Nilgün Işıksaçan, Şebnem Neijmann Tekin, Asuman Gedikbaşı, Murat Koşer, Nursel Kocamaz
doi: 10.5606/tji.2015.359  Pages 1 - 5
Amaç: Bu çalışmada glikoz ve glikozillenmiş hemoglobine (HbA1c) göre prediyabetli ve tip 2 diabetes mellituslu (T2DM) hastaların 25 hidroksi vitamin D (25(OH)D) düzeyleri araştırıldı. Hastalar ve yöntemler: Glikoz düzeyleri 100-125 mg/dL arasında (5.55-6.98 mmol/L) ve HbA1c düzeyleri %6.4’ten düşük (46 mmol/mol), bozulmuş açlık glisemisi (BAG) olan 89 prediyabetik hasta (44 erkek, 45 kadın; ort. yaş 48.9±6.1 yıl) ve HbA1c düzeyleri %6.5’ten yüksek (48 mmol/mol) ve glikoz düzeyleri 126 mg/dL’den yüksek (6.99 mmol/L) 78 tip 2 diyabetik hasta (40 erkek, 38 kadın; ort. yaş 50.1±6.9 yıl) çalışmaya alındı. Tüm hastalar sıkı kontrol altında tutuldu ve hastaların oral antidiyabetiklerini kullanmalarına izin verildi. Tüm hastaların glikoz, insülin, HbA1c ve 25(OH)D serum düzeyleri ölçüldü. İnsülin direnci, hemostaz model değerlendirmesi formülü ile hesaplandı. Bulgular: Tip 2 diabetes mellituslu hastaların BAG grubuna göre yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol (p=0.0001), insülin (p=0.013), insülin direnci (p=0.014) ve D vitamini (p=0.0001) düzeyleri anlamlı derecede düşük iken, HbA1c düzeyleri yüksek idi (p=0.0001). D vitamini ile HbA1c arasında negatif (r= -0.327, p=0.006), D vitamini ile insülin (r=0.215, p=0.006) ve D vitamini ile HOMA-IR arasında ise pozitif bir ilişki (r=0.236, p=0.002) vardı. Glikozillenmiş hemoglobin düzeyleri T2DM grubunda BAG grubuna göre anlamlı derecede yüksek idi (p=0.0001). T2DM grubunda 25(OH)D düzeyleri BAG grubuna göre daha düşük idi (p<0.0001). 25 hidroksi vitamin D düzeyleri T2DM grubunda HbA1c düzeyleri ile ters ilişkiliydi (p=0.0001, r=0.215). Sonuç: D vitamini seviyeleri T2DM grubunda BAG grubundan daha düşük idi. Bulgularımız T2DM hastalarına D vitamini takviyesi yapılmasının glisemik kontrolü iyileştirebileceğine işaret etmektedir.
Objectives: This study aims to investigate 25-hydroxyvitamin D (25(OH)D) levels in patients with glucose and glycated hemoglobin (HbA1c) defined prediabetes and type 2 diabetes mellitus (T2DM). Patients and methods: Eighty-nine prediabetic patients (44 males, 45 females; mean age 48.9±6.1 years) with impaired fasting glisemia (IFG) with glucose levels between 100-125 mg/dL (5.55-6.98 mmol/L) and HbA1c levels lower than 6.4% (46 mmol/mol), and 78 type 2 diabetic patients (40 males, 38 females; mean age 50.1±6.9 years) with HbA1c levels higher than 6.5% (48 mmol/mol) and glucose levels higher than 126 mg/dL (6.99 mmol/L) were included in the study. All patients were kept under strict control and were allowed to use their oral antidiabetics. Serum levels of glucose, insulin, HbA1c and 25(OH)D were measured in all patients. Insulin resistance was calculated by homeostasis model assessment formula. Results: While high density lipoprotein cholesterol (p=0.0001), insulin (p=0.013), insulin resistance (p=0.014), and vitamin D levels (p=0.0001) of T2DM patients were significantly lower compared to the IFG group, their HbA1c levels were higher (p=0.0001). There was a negative correlation between vitamin D and HbA1c (r=-0.327, p=0.006), but a positive correlation between vitamin D and insulin (r=0.215, p=0.006), and vitamin D and HOMA-IR (r=0.236, p=0.002). Glycated hemoglobin levels were significantly higher in the T2DM group than in the IFG group (p=0.0001). In the T2DM group, 25(OH)D levels were lower compared to the IFG group (p<0.0001). 25-hydroxy vitamin D levels were inversely associated with HbA1c levels in the T2DM group (p=0.0001, r=0.215). Conclusion: Vitamin D levels were lower in T2DM group than in IFG group. Our findings indicate that vitamin D supplementation to T2DM patients may improve glycemic control.

2.Social Immunology Awareness Survey
Alparslan Merdin, Emine Ögür, Fatma Avcı Merdin
doi: 10.5606/tji.2015.357  Pages 6 - 10
Amaç: Bu çalışmada immünoloji hakkında toplumsal bilinç ve bakış açısı araştırıldı. Gereç ve yöntemler: Bu çalışma Antalya’da yaşayan ve bilinen bir immün sistem hastalığı olmayan 179 katılımcı ile yapılmış bir anket çalışmasıdır. Sağlık sektöründe çalışanlar ve üniversitede sağlıkla ilgili herhangi bir bölümde öğrenim gören öğrenciler çalışmaya alınmadı. Katılımcılara immün sistem bozuklukları, organları ve dokularına ilişkin bilgi düzeyleri ve aşı tedavilerine bakış açıları hakkında 14 soru soruldu. Bulgular: Katılımcıların %75’i “immünoloji” terimini daha önce hiç duymamıştı, %22.2’si immün sistem hastalıklarının tedavisinin olmadığını düşünüyordu, %77’si ise yaygın olarak kullanılan aşı tedavisinin immün sistemi uyarmak amacıyla yapıldığını biliyordu. Sonuç: İmmünoloji ve aşı tedavileri tıbbın önemi gittikçe artan alanları olmasına rağmen, toplumun bu konularda bilgi düzeyi oldukça düşüktür. Bu konulardaki sosyal farkındalık Sağlık Bakanlığı ve vakıflar tarafından okullarda verilecek eğitimlerle artırılmalıdır.
Objectives: This study aims to investigate social awareness and perspective regarding immunology. Materials and methods: This study is a survey conducted with 179 participants living in Antalya who have no known immune system diseases. Healthcare workers and students studying in any health related department were excluded from the study. Participants were asked 14 questions about their level of knowledge regarding immune system disorders, organs and tissues, and their perspective of vaccine therapy. Results: Of the participants, 75% had never heard of the term “immunology”, 22.2% thought that immune system diseases have no treatment, and 77% knew that the commonly used vaccine therapy is intended to stimulate the immune system. Conclusion: Although immunology and vaccine therapies are fields of medicine with increasing importance, society’s level of knowledge regarding these subjects is quite low. Social awareness for these subjects must be increased with trainings to be given at schools by Ministry of Health and foundations.

3.Human Leukocyte Antigen Frequencies in Highly Sensitized Patients
Dilara Fatma Kocacık Uygun, Münevver Özbay, Nilgün Sallakcı, Yahya Kılınç, Serkan Filiz, Olcay Yegin
doi: 10.5606/tji.2015.333  Pages 11 - 14
Amaç: Bu çalışmada, yüksek düzeylerde panel reaktif antikoru (PRA) olan hastalar ile kontroller arasındaki insan lökosit antijeni (HLA) fenotip sıklıkları karşılaştırıldı ve çalışma popülasyonundaki HLA profilleri incelendi. Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya yüksek duyarlılığı olan pozitif PRA’lı ve son dönem böbrek yetmezliği olan 144 hasta (46 erkek, 98 kadın) ve 533 kontrol kadavra donörü alındı. HLA doku tiplendirmesi ve PRA düzeyi testleri Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik İmmünoloji Bölümü, Doku Tiplendirme Laboratuvarında yapıldı. HLA sınıf I ve sınıf II allelleri polimeraz zincir reaksiyon-sekans-spesifik oligonükleotid-Luminex ile PRA düzeyleri Luminex ile saptandı. Bulgular: Pozitif PRA’lı grupta HLA-A*24, HLA-B*50 ve HLA-DRB1*01 sıklıkları istatistiksel olarak anlamlı şekilde farklıydı. Diğer HLA A, B ve DR antijenleri arasında anlamlı farklılık yoktu. Sonuç: Yaygın görülen HLA antijenlerini taşıyor olmak düşük PRA oranları ile ilişkili görünürken, nadir görülen HLA antijenlerini taşıyan bireylere organ nakli bekleme listelerinde öncelik verilmelidir.
Objectives: This study aims to compare the human leukocyte antigen (HLA) phenotype frequencies between patients with high levels of panel reactive antibodies (PRA) and controls, and analyze the HLA profiles in the study population. Patients and methods: The study included 144 highly sensitized patients (46 males, 98 females) with positive PRA and end-stage renal failure, and 533 control cadaveric donors. HLA tissue typing and PRA level tests were performed in Akdeniz University Medical Faculty Pediatric Immunology Department, Tissue Typing Laboratory. HLA class I and class II alleles were detected with polymerase chain reaction-sequence-specific oligonucleotide-Luminex, and PRA levels with Luminex. Results: In the group with positive PRA; HLA-A*24, HLA-B*50, and HLA-DRB1*01 frequencies were statistically significantly different. No significant difference was present between the other HLA A, B, and DR antigens. Conclusion: While carrying commonly observed HLA antigens seems to be associated with lower PRA rates, patients carrying rarely observed HLA antigens should be given priority in organ transplant waiting lists.

4.Chitosan Polysaccharide Suppress Toll Like Receptor Dependent Immune Response
Gizem Tincer, Banu Bayyurt, Yakup M. Arıca, İhsan Gürsel
doi: 10.5606/tji.2015.329  Pages 15 - 20
Amaç: Bu çalışmada çitosan/pIC nanokomplekslerinin fare immün hücreleri üzerinde immün düzenleyici etkisi araştırıldı. Gereç ve yöntemler: Çitosanın proliferatif ve sitotoksik özellikleri RAW 264.7’de cell counting kit-8 ile test edildi. İnterlökin-1b üretimi ELISA ile peritoneal eksüda hücre süpernatantlarından değerlendirildi. Çitosan ile tedavi edilen RAW hücrelerinden tümör nekroz faktör-a ve nitrik oksit indüksiyonu sırasıyla ELISA ve Griess testleriyle tespit edildi. Toll benzeri reseptörlerin ribonükleik asit mesaj düzeyleri ve çitosan/pIC nanokompleks tedavilerine yanıt olarak makrofajlardaki sitokinler ters transkripsiyon polimeraz zincir reaksiyonu ile değerlendirildi. Bulgular: Bulgular çitosanların hücrelere toksik olmadığını gösterdi; öte yandan, makrofajların proliferatif kapasiteleri çitosan uygulaması ile azaltıldı. Çitosan ile tedavi edilen fare peritoneal eksüda hücreleri doz bağımlı interlökin-1b sekresyonu ile gösterildiği üzere nükleotid bağlayıcı oligomerizasyon domain benzeri reseptör protein 3 bağımlı inflamazom aktivasyonuna yol açtı. Tümör nekroz faktör-a ve nitrik oksit üretimleri değişmediğinden, çitosan/pIC nanokompleksleri pIC’nin RAW hücreleri üzerindeki immünstimülatör aksiyonunu iyileştirmedi. Toll benzeri reseptörlerin, kemokin (C-X-C motif) ligand 16’nın ve interferon-a mesajlarının fare splenositlerinden ifade düzeyleri çitosan/pIC nanokompleks tedavilerine yanıt olarak azaldı. Sonuç: Bulgularımız çitosanın immün hücreler üzerinde antiproliferatif ve inflamazom tetikleyici bir makromolekül olduğunu gösterdi. Çitosanın taşıyıcı bir sistem olarak kullanımı immünterapötik uygulamaların konusudur.
Chitosan is a widely used vaccine or anti-cancer delivery vehicle. In this study, we investigated the immunomodulatory effect of chitosan/pIC nanocomplexes on mouse immune cells. Materials and methods: Proliferative and cytotoxic features of chitosan were tested via CCK-8 assay on RAW 264.7. IL-1b p roduction was a ssessed v ia E LISA f rom PEC s upernatants. T NF-a, and NO induction from chitosan treated RAW cells detected by ELISA and Griess assay, respectively. mRNA message levels of TLRs and cytokines on macrophages in response to chitosan/pIC nanocomplex treatments were evaluated by RT-PCR. Results: Results revealed that chitosan is non-toxic to cells, however, proliferative capacities of macrophages were reduced by chitosan administration. Mouse PECs treated with chitosan, led to NLRP3 dependent inflammasome activation as evidenced by dose-dependent IL-1b secretion. Chitosan/pIC nanocomplexes did not improve immunostimulatory action of pIC on RAW cells, since TNF-a and NO productions remained unaltered. Expression levels of several TLRs, CXCL-16 and IFN-a messages from mouse splenocytes were down regulated in response to chitosan/pIC nanocomplex treatment. Conclusion: Our results revealed that chitosan is an anti-proliferative and inflammasome triggering macromolecule on immune cells. Utilization of chitosan as a carrier system is of concern for immunotherapeutic applications.

LookUs & Online Makale